YILDIZLARIN İZİNDE Halil HAN

Şehadete ayarlı hayatları vardır bazı erlerin. Bakarsınız, izlersiniz, evet dersiniz… Evet şehitlik ona çok yakışıyor… Şehitlik en çok ona yakışıyor.

Zordur aslında insanın canından geçmesi, belki de vazgeçileceklerin en zorudur. Ama öyle bir sevdaya tutulur ki insan canana ulaşmak için candan geçmen gerekir ve sen seve seve verirsin o zaman…

İşte böyle bir gençten, Musab Bin Umeyrden bahsetmek istiyorum aslında…

Mekke’nin en zengin ve asil ailesine mensup Mus’ab… refah ve bolluk içinde yetişmiş, kılık kıyafetiyle, nezaketiyle ve fiziki yapısı ile herkesin beğenisini kazanmış, son derece zeki, akıllı, aynı zamanda güzel ve açık konuşmasıyla da herkesin gıpta ettiği bir genç… Mus’ab’ın erişemediği herhangi bir dünya nimeti yoktu yani..

Hayatında her şey iyi gidiyorken ve hiçbir eksiği yok gibi duruyorken, bir gün bir çağrı işitiyor ama her zamanki çağrılardan farklı… Bu çağrıyla fark ediyor yüreğinin ta orta yerinde duran boşluğu, bu çağrıyla anlıyor hayatındaki yoksunluğu, manevi açlığı…

Zevke, sefaya, eğlenceye değil bu çağrı… Kabul ederse hatta, sonu sıkıntıya, yokluğa, ötekilenmeye ve vatanından sürülmeye varan bir çağrı…

Tereddüt etmiyor ama…

Çünkü gelen çağrı, her sıkıntıya katlanmaya değer bir hakikate çağrı, alaşağı edilmiş insan onurunu, izzetini, iffetini yeniden yükseltmenin çağrısı, yolunu şaşırmış insanlığın menzilini yeniden Sırat-ı Müstakime çevirmenin çağrısı, kaosa teslim olmuş yeryüzünü yeniden asıl Rabbine teslim etmenin çağrısı, Şirkin bataklığında mahvolmaya yüz tutmuş yaşamları yeniden Tevhidin aydınlığına çıkarma çağrısı…

Nasıl reddedebilirdi ki bu çağrıyı…

Ya da kayıtsız kalabilir miydi…

Dedim ya şehadete ayarlı hayatları vardır kimi erlerin, sanki misal olmak için var edilmişler, sanki Cennet için yaratılmışlar…

Kayıtsız kalamadı Musab, çağrıyı canı pahasına sahiplendi…

Ne olduysa o kabulden sonra oldu. Ailesi onu bu yeni dinden vazgeçirmek için her çareye başvurdu.

Sevenler sevmez oldu, kıymet verenler eza verir oldu.

Sanki bu çağrının doğasında böyle bir sonuç vardı. Çünkü bu çağrıyı kim yaptıysa aynı akıbete uğradı. Çağrıya kim uyduysa aynı akıbet… Önünde diz çöktüğü El Emin’e de öyle olmamış mıydı?

Umurunda mı ama Musab ın… O başka bir dünyaya aitti artık. Tüm zamanların en büyük keşfini yapmıştı, var olmanın sırrına ermiş, hayatın anlamına ulaşmıştı.

Var eden razı olsun da gerisi önemli değildi artık.

O rızayı elde etmek için insanüstü bir çaba sarf ediyordu. Peygamberin gösterdiği her menzile koşuyor, verilen her mesuliyeti de en layıkıyla yerine getiriyordu. Aması yoktu, bahanesi yoktu, zihinsel, düşünsel hiçbir engeli yoktu…. Mal, mülk, servet, şatafat derdi de yoktu. Ötelere, ölümden ötesine kurulmuş hayalleri vardı sadece…

Adanmanın hakkını veriyordu adeta… Adam olmanın hakkını, Ademoğlu olmanın hakkını veriyordu… Takvayı kuşanmış, yokluk aleminde nasıl var olunur, onun dersini veriyordu…

Yesrib’i Medine kılıp peygamber emrine teslim ettikten sonra benden bu kadar, emekli olmanın, mal, mülk edinmenin, köşeme çekilmenin vaktidir demiyordu. ..

Alıp veriyorsam bir nefes, devam ediyorsa imtihan, mücadele devam edecek diyor, yüklendiği davasının cehdinde, O’nun razılığını elde etmenin çabasında, peygamberin etrafında dört dönüyordu…

 Uhudda, ordunun en önünde, elinde peygamber sancağıyla son vazifesini de ifa ediyor ve  uğruna dünyalıkları elinin tersiyle ittiği, razılığını talep ettiği Rabbine kavuşuyordu.

Böylece Darul Erkamda verdiği söze sadakat göstermiş, sözünden dönmemiş, onca sıkıntıya, yokluğa rağmen, çağlar üstü örnek bir yaşamla Rabbini kendinden razı etmişti.

“Müminlerden öyle yiğitler vardır ki Allah’a verdikleri sözü yerine getirip sadakatlerini ispat ettiler. Onlardan kimi adağını ödedi, canını verdi, kimi de şehitliği gözlemektedir. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler.”(Ahazab, 33/23)

Bir yiğitlik yapalım nefsinize soralım mı?

Musab’ın imanı hangimizde? Musab’ın vazgeçişi hangimizde? Musab’ın teslimiyeti hangimizde? Musab’ın adanmışlığı hangimizde? Musab’ın takvası hangimizde? Musab’ın cehdi, cihadı hangimizde?

Allah hangimizden razı olur?

Çok zor sorular. Cevaplaması yürek yakıyor. Hayatlarımız kıyas kabul etmiyor, benzerlik göstermiyor…

Hani Hasan Basriye atf edilen bir söz vardır ya: “‘Siz sahabeyi görseydiniz deli derdiniz, onlar sizi görseydi bunlar Müslüman değil derlerdi.’ diye…

Gelin hep birlikte aklımızı, kalbimizi önümüze koyalım ve bir muhasebeye tabi tutalım. Sahabenin örnekliğiyle, Musab’ın örnekliğiyle yeniden doğrulalım…

 Hz. Peygamberin “Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir. hangisine tâbi olursanız hidayete erersiniz.” tavsiyesiyle Musab Bin Umeyr’e takılalım… Darul Erkam’a birlikte girelim,” işittik ve itaat ettik” diyelim. “Emr olunduğumuz gibi dosdoğru olalım.” ve en son Uhudumuza kadar ahdimize sadakat gösterelim.

Aksi taktirde yapmamız gerekirken yapmadıklarımız, söylememiz gerekirken söylemediklerimiz, ertelediklerimiz, ötelediklerimiz, ıskaladıklarımız ayağımıza dolanacak.

Halil Han

Nisan 2021

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir