ŞEHÂDET VE ŞAHİTLİK

  Böylesine ulvi ve önemli bir konuyu ele alma, üzerine konuşup birşeyler yazma noktasında aslında yaşadığımız hayat, günahlarımız ve eksikliklerimizin getirdiği utanma ve mahcubiyet hissine rağmen önce kendi nefsimi hesaba çekme,bu konuyu bu mübarek Ramazan ayını da vesile kılarak  tekrar ve kalıcı-değişmez olarak gündemimin ilk sırasına yerleştirme çabasına katkı olması adına daha sonra da aynı şekilde ümmetin de gündeminin ilk sırasına taşıyıp orada da sürekli diri tutma amacının verdiği cesaretle -ki cahil cesur olur-  bir kaç kelam edip hasbihal etmek istedim.

    Hepimizin yürekten ve canı gönülden özlemini duyduğumuz, samimiyetle Rabbimize yalvararak  dualarımızda yer verdiğimiz şehitlik mertebesi ile dünyadan ahiret alemine göçme temennimiz olan şehadeti  iyi anlamak ve her daim anlatmak her müslümanın görevidir aslında.

      Şehadet kelimesi diğer bazı başka kavramlarda olduğu gibi çeşitli zamanlarda anlamı, yozlaştığı, içi boşaltıldığı, olabildiğince sınırlandırlıp anlam daralmasına uğratıldığı ve dolayısıyla eksik veya yanlış anlaşılıp, yanlış kullanıldığı oluyor çoğu zaman malesef.

    Son dönemlerde de mayıs ayındaki anneler  günü veya haziran ayındaki babalar günü gibi senede sadece belli zamanlarda konuşulup sonrada unutulup bir dahaki seneye kadar rafa kaldırılan güne özel gündemler vardır ya işte şehadete ve şehitlere de  sanki sadece şubat ayı hasredilmiş başka zamanlarda çokta gündeme gelmez, getirilemez gibi vahim bir hale dönüşmüş. Oysa şehadet ve şehitlik kavramı hayatımızın her anında ve alanında gündemimizde olması gereken asla belli bir zaman ve mekanla sınırlandırılamayacak olan bir hayat düsturu bir varoluş gayesidir. 

    Nitekim şehadet ve şehitlik o kadar önemli ki Kur’an-ı Kerim’de şehitler, sıddıklar ve peygamberler birlikte zikredilerek şehit ve şahidin önemine, yüceliğine dikkat çekilmektedir. Daha da dikkat çekici olan Allah Rasulünün islamı tebliği ilk yıllarından itibaren müslümanlara hayatları boyunca varacakları bir amaç, bir hedef olarak şehitliği ve şahitliği önlerine koyması  ve bu anlamda yol göstermiş olmasıdır.

    Şehadet kelimesinin türevi olan şahitlik Türkçe de tanıklık diyebileceğimiz karşılığı anlamında şehadet;  aslında örnek olma, model olma, bir şeyin göstergesi olma, birşeyin almeti olma anlamında kullanılır. Kelimenin asıl lügat anlamı budur. Allah yolunda öldürülen şehidinde haddi zatında bu lügat anlamıyla ilşikisi var. Çünkü o da hayatı ve ölümüyle örnek omuş, model olmuş, insanlığa rehber olmuş bir belge ve bir işaret niteliğindedir.

    Dolayısıyla şehit denildiği zaman sadece ölüm biçiminden bahsedilemez. Asıl mesele kişinin nasıl öldüğü ile ilgili bir durum değildir. Şehadet, kişinin nasıl yaşadığı ve hangi amaç, hangi ideal, hangi sebeple  uğrunda can verdiği durum ile alakalıdır.  Allah’ın belirlediği kutsal değerler, hedefler, amaçlar uğrunda yaşayıp bu uğurda gerektiğinde  can vermişse işte bu kişi Allah’ın ve rasulünün belirttiği anlamda o övülen ve takdir edilen şehit statüsündedir.

    İçinde bulunduğumuz toplumumuzda bazı zamanlar çeşitli vesilelerle yüzlerce binlerce şehitden bahsedilir. Ancak bu şehid diye bahsedilen kişilerin çoğunun kendi akrabaları kendi yakınları olanlar haricinde hatırlanması, toplumda yad edilmeleri sürekli gündemde tutulmaları söz konusu olamamaktadır.  Bu durumun nedeninin üzerinde düşünülmesi gerekmez mi? 

Oldukça enteresan bir durum değil mi? Yani Şehid olarak bahsedilen kişilerin ne yaptığı neden dolayı öldüğü ya da öldürüldüğü çok da fazla bilinmeyen ve tanınmayan binlerce şehitlerden insandan bir süre bahsediyoruz ama çok sürmeden unutuyoruz, unutuluyorlar.  Buna mukabil yolumuzun hiç kesişmediği hatta çok  farklı coğrafyalarda ve çok farklı zaman dilimlerinde  yaşamış olan sadece ismini duyduğumuz, hayatını mücadelesini ancak okuyarak öğrendiğimiz;  hayatıyla, mücadelesiyle gerçekten model ve örnek olan nice insanlar var ki belkide 50, 60 sene 80 sene önce Allah yolunda can vermiş, şehit olmuşlar. Bu hayattan göçüp gitmelerine rağmen hala konuşuluyorlar, gündem oluyor ve rehber olarak görülüyorlar. 

Mesela şu zamanda yaşayan bizlerden Hz. Hamza’yı, Hz. Ali’yi, Hz. Hüseyin’i, Seyyid Kutubu gören yok ama hala unutulmadı, Hasan el Benna’yı  gören yok ama unutulmadı, Cevher Dudayev’i belki gören yok ama unutulmadı ya da İskilipli Atıf’ı, Şeyh Said’i, Abbas Musavi’yi, Şeyh Ahmet Yasin’i, Aliya’yı …  örnekleri çoğaltmak mümkün…  Evet, neden ? Bu kadar farklı coğrafyalarda, çok farklı zamanlarda yaşamış bu kişiler neden unutulmuyor? Aksine sadece isimleri dahi anıldığında gıpta ile yüreklerimizi titretiyorlar.  Çünkü  ölüm biçimlerinden ziyade hayat biçimleri önemliydi bu kişilerin. Çünkü bu yiğit insanların nasıl yaşadıklarını , hangi amaç uğrunda can verdiklerini biliyoruz da onun için unutmuyoruz, unutulmuyorlar, unutulmayacaklardır bi iznillah. 

Çok az bir kısmını zikrettiğimiz nice yürekli insanlar zamanlarının, çağın şahitleridir, şehitleridir.  Bu kişiler ölüm biçimleriyle unutulmazlar arasında değildirler. Bu izzetli insanlar hayat biçimleriyle, yaşadıkları hayat ölçüleriyle çağına şahitlik yapan ve şehit olan insanlardır. Yani zamanlarında islamın, mü’min şahsiyetin temsiliyet sorumluluğunu en güzel şekilde yerine getirdikleri için unutulmazlar,unutulmayacaklar. Unutulmak şöyle dursun sonraki nesillere model,rehber ve  ilham kaynağıdırlar aynı zamanda .  İşte bu açıdan Allah’ın razı olduğu bir hayatı yaşayan kişi şehittir, şahittir.  Buna mukabil Allah’ın razı olduğu bir hayatı yaşamayan bir kişi Allah rasulunun ifadesiyle Uhud’da da ölse,  şehit sayılmıyor.  Ama Allah’ın razı olduğu bir hayatı yaşayan kişi yatağında da ölse şehitlerden sayılabiliyor.

Bazı dönemlerde ölümüyle insanlarca şehit olduğuna hükmedilen ve belli süre gündem olan kişiler vardır ama bir de hayata damga vuran hayatta iz bırakan üzerinden yıllar geçse bile belleklerdeki izi silinmeyen şehitler vardır. 

Şehitlik ve şehadet kavramlarıyla ilgili olarak Kur’an’ın önümüze iki model, iki örnek koyuyor. Bunlardan birisi Firavun’un sihirbazları diğeri Yasin Sûresinde geçen varoşlardan elçilere destek için koşarak gelen adam diye nitelendirilen kişi . 

Firavunun sihirbazları olayını biliyorsunuz. Firavun’un, Hz Musa’nın davasını bitirmek, halkın gözünden düşürüp tamamen yok etmek için tertip ettiği gösteride Hz. Musa’nın yaptığının  sihir olmadığını en iyi bilen o sihirbazlar  Hz Musa’nın  yaptıklarını görür görmez büyük bir teslimiyetle iman eden o yürekli insanlar. Bu insanlar Hz  Musa Aleyhisselam’ın mucizesi ni gördükleri zaman o ortamda az önce pazarlık yaptıkları Firavun’un da benim yakınlarım sağ kolumu olacaksınız benim danışma meclisinde yer alacaksınız beni müsteşarım, yardımcılarım olacaksınız diye söz verdiği  bu insanlar bir süre sonra bakıyorsunuz şöyle haykırdılar (Taha Suresi 72-73 ayette dediler ki) Biz kesinlikle asla ve kat’a Allah’ın bize gönderdiği ayetlere seni tercih etmeyeceğiz.  Allah’ın bize gönderdiği elçiye seni tercih etmeyiz.  Bu sözler o kalabalık halkın huzurunda Firavun’un yüzüne vakarlı ve izzetli bir şekilde söyleniyor. İstediğini yap neticede sen yapsan yapsan dünya hayatını götürebilirsin. Biz Rabbimize iman ettik. Hemen iman ettik ki hatalarımızı bağışlasın. Bu konu Şuara 50-51’dede şöyle ifade edilir : Hiç umurumuzda değil ne yaparsan yap  zararı yok nasıl olsa biz Rabbimize dönüyoruz. İlk iman eden olduğumuz için hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz. İman edenlerin İlkiyiz bugünkü düelloda bugünkü karşılaşmada iman edenlerin İlkiyiz diye haykırdılar ve taraflarını belirleyip teslimiyetlerini ortaya koyarak tüm insanlara örnek oldular ve  günün sonunda şehit oldular. Cenab-ı Allah işte bu örneği bu mükemmel şahitliği onların bu samimi  teslimiyetini  kitabullahta bize örnek olarak ortaya koyup dersimizi almamızı istemiştir

Kur’an’ın konu ile alakalı bir başka örneği  hep mezarlıklarda mezarların başında okumaya alıştırıldığımız, bize ve topluma malesef hep böyle empoze edilen bir sure olan Yasin suresinde Allah önümüze bir model daha koymuştur.  Toplumuna  Allah’ın ayetlerini açıklamak üzere gelen elçilere rahatları, düzenleri bozulur endişesiyle olumlu cevap veren yok. O kutlu çağrıya cevap verip kendilerine bildirilen mesajı, ilahi ölçüleri kimse kabullenmek istemiyor.  Hemen hemen bütün peygamberlerde olduğu gibi varoşlardan yoksul kesimden davete icabet geliyor.  Bir adam geldi.  Koşarak heyecanla öyle bir geldi ki. Acelesi vardı çünkü bir işi zamanında yapmak lazım O anda gelmese işe yaramayacak gelişi koşarak oldu. Ve Allah’tan size gelen bu elçilere uyun. Çünkü bu elçilere uyumanızı gerektiren iki özellikleri var. Birincisi sizden hiçbir ücret talep etmiyorlar.  İkincisi bunlar dürüst insanlar söyledikleri ile yaşadıkları aynı.  Bu elçiler üstlendikleri görevlerinin karşılığında herhangi bir menfaat herhangi bir övgü, herhangi bir plaket herhangi bir kariyer herhangi bir ünvan, herhangi bir ödül veya dünyalık bir karşılık istemiyorlar.  

Konu buraya gelmişken şu tespitleri de yapmadan geçemeyeceğim. İşte mükemmel netlikte ölçüler, peşinden gidilecek, örnek alınacak, kardeş kabul edip yol arkadaşlığı edinilebilecek insanlar; Eğer hep  lütfen  iş yapıyorlarsa, yaptıkları işlerden dolayı dünyalık anlamda bir karşılık, bir iltifat bekliyorlarsa, söyledikleri ile yaşadıkları uyuşmuyorsa burada çok sıkıntılı ve sakıncalı birşeyler vardır.

Kimi insanlara bakarsınız çok bilgili, diplomalı veya diplomasız bir alim olabilir, çok muazzam bir kariyeri olabilir, şanı şöhreti alabildiğine yayılmış olabilir, medyada basında isim yapmış olabilir ama bu kişilerin yaptıkları söyledikleri güzelliklerle uyuşmuyorsa bahsi geçen bu “üstün özellikler”in çarpanı sıfırdır. Lazımı lüzümu yoktur. Bizden uzak olsunlar. 

Neyse konuyu çok dağıtmadan Yasin sûresindeki o adamın durumuna devam edelim.  Allah Teala o adamın şehadetinin arkasından “ila cennete” gir cennete diyerek ona ikram ve iltifatta bulunuyor. Yasin suresindeki bu olay, bu ibretlik hadise; bizlere yani henüz hayatta olanlara anlatılıyor.  

Yasin sûresindeki bu vakıayı okuduğumuzda tepkimiz ne oluyor acaba? Yoksa tamamen maddeci bakış açısıyla adam ne diye acele etmiştir, biraz daha beklese uygun ortamda tebliğ etseydi ya. Yada biraz daha kişisel gelişim okuyup insanların piskolojisini tahlil edip daha uygun ve sakin bir zamanda durumu anlatsıydı mı diyoruz. Cennete girmenin daha risksiz, daha kolay yolu yokmuydu? Maslahat, konjonktür, strateji, politika konularında boşuna mı o kadar tezler yazılıp ciltler dolusu kitaplar telif edildi?

İşte her zaman her durumda tek bir tavır tek bir doğru tek bir bakış açısıyla hareket edilemeyeceğinin bir örneği. Öyle durumlar olur ki “erteleyenler” heklak oldu zümresine dahil olmaktan kurtulmak mümkün değildir. Tam da o anda imanın gereği, samimiyet ve cesaretin birleşmesiyle yapılan o yerinde hareket Allah’ın razı olacağı tavır ve duruş olabilir. Yani ne pahasına olusa olsun her zaman Hakk’ın ve haklının, doğrunun, iyiliğin, adaletin ve mazlumun yanında olup kim olursa olsun zalime zulme karşı net bir duruş ve tavır… İşte şahit ve şehit.  

    Bakara suresinde Rabbimiz bu ümmetin niteliğini anlatırken: (Bakara 143 ) “İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi aşırılıklardan uzak bir ümmet yaptık…” İnsanlara şahit olasınız diye… Yani insanlara rol model olasınız, Allah’a kullukta, hakkı, adaleti ayakta tutmada, insanın onur ve şerefine layık olarak nasıl yaşayacağı, yaratılış amacına uygun olarak dünyaya ve dünyalıklara nasıl bakılacağı vb. hususlarda siz insanlara örnek olasınz; Yaşayışınızla, söyledillerinizle ve yaptıklarınızla rol model olma görevi verildi diyor Rabbul alemin. Aynı şekilde tüm bu konular için tarih boyunca gönderilen tüm elçilerin olduğu gibi son elçinin son peygamberin de sizlere şahit olması yani örnek ve rol model olması için görevlendirildiğini çok net bir şekilde ifade ediyor Rabbimiz. 

    Yani sizin insanlara, peygamberlerinde size;  örnek, rol model ve şahit olması görevine dikkat çekilmektedir. 

    Oysa biz bu ayeti sadece; “sizi insanlara, peygamberleri de size tanık, şahit olarak gönderdik” şekilinde çok yüzeysel olarak anlamlandırıp geçiştirdik. Evet pekala ayetin böylesi bir anlamıda düşünülmelidir. Ancak biraz önce bahsetiğimiz; İslamı, Cenab-ı Allah’a kulluğun en güzel şeklinin temsiliyeti anlamında rol model olma ve örneklik görevi elbette daha ön planda olması gerekir.

    Bugünün en büyük probleminin cevabı işte tamda bu noktada karşılık buluyor. Günümüzde bilgili, alim insan yok değil. Hatta istemediğin kadar çok ama ilmiyle amil, o güzel o ulvi bilgilerle donanmış birçok ilim adamının ne kadarı rol model durumunda, islamı temsil de ne kadar sorumluluğunun bilincinde, insanlara örneklik gibi bir sorumluluğu ne kadar taşıyor, hissediyor, kaygılanıyor? Bu anlamda söyledikleriyle yaptıkları ne kadar uyumlu? 

    Muhterem dostlar konumuz şehitlikti şehadetti  buraya nasıl geldik demeyin aslında başlığımızın özüde bu. Çünkü şehitlik, şehadet ve şahitlik islami bir kavramdır ve bu kavram tamda karşılığını burada buluyor.

    Günümüzde Allah resulü ifadesiyle avurdunu doldurarak konuşan sözüm ona nice entellektüeller, nice kariyer sahibi bilginler, alimler var ama toplumun ıslah ve inşası için kim ne yapıyor ne kadar çabalıyor, temsiliyet boyutu, rol model olma durumu nedir diye bir sorsak. Cevabımız ne olur acaba. Yada gençlere bak şu adamın şu kişinin iman ettiği gibi iman et diyebileceğimiz ne kadar insan var? Peki asıl can alıcı soru şu ; acaba bizler islamı temsil anlamında topluma ne kadar rol model olabiliyor ne kadar sorumluluk taşıyor bunun için ne kadar çabalıyoruz. Hani şehit olmayı, şehadeti arzuluyorduk ya!

    Gerçekten her topluma şehit(şahit) lazım. Çok konuşan, sürekli nasihat eden, tv lerde tartışma programlarında rakibini alt etmek için her türlü şovu mübah gören, bol bol kitap yazan, okkalı laflar edip gölgesinde yatan, sıkıştığında köşesine çekilen insanlardan ziyade;  karşılaşıldığında Allah’ı ve ahireti hatırlatan, her durum ve şartta imanın gereği olan onurlu ve izzetli duruşu tercih eden, dünyanın geçiciliğini hatırdan çıkarmadan infakta, fedakarlıkta ve her türlü hayırda yarışan;  bir ömür hikmetin peşinde olup her daim sözün güzeline tabi olan, her şartta adaletin, Hakk’ın ve haklının, mazlumun yanında yer alan şehitlere, şahitlere yani rol model insanlara islamı en güzel şekilde temsil eden insanlara ihtiyaç var. Birde böyle olmak için çaba gösteren gayretli gençlere, yaşlılalara,kadınlara, erkeklere.

    Yaşadığımız bu zaman diliminde bazen  demokrasi şehidi, basın şehidi, eğitim şehdi vs. gibi gündemler oluşabiliyor ama tüm bunlar ile kasdedilenin daha farklı şeyller olduğunu bilmek gerekir. Yada en azından islami literatürdeki şehadetin, şehitlik ve şuheda kavramlarının içerisi Allah’ın kitabında ve Rasulullahın hayatında görüldüğü şekliyle nasıl doldurulduğunu daha iyi tahlil ettikten sonra olayları anlamlandırmak gerekir. Aksi takdirde şehadet ve şehitlik kavramı da benzeri bir çok kavramda olduğu gibi asıl manasından- içeriğinden koparıp, yozlaştırıp sonradan da bütünüyle kaybederiz. 

    Bu durumların dışında birde bizim toplumumuzda zaman zaman şehitlerle alakalı bir liste sunulur; doğumda ölen, depremden ölen, yangında ölen, vebadan ölen, salgın hastalık ölen vb. şehittir gibi. Bunlarla ilgili Allah Resûlü sallallahu aleyhi ve sellem den nakledilen hadis var fakat Ahmet Bin Hanbel’in müsnedinde bu rivayetlerin tamamını bütünleyen çok önemli bir rivayet vardır.  Aynı şeyler bu rivayettede geçiyor. Ancak çok önemli bir vurguyla durum açıklığa kavuşuyor.  Allah resulü aleyhissalatu vesselam sahabeye şehadeti, şehitleri sorduğunda sahabenin şehit Allah yolunda öldürülenlerdir cevabına karşılık  Allah resulü dedi ki siz o zaman şehitleri bayağı azalttınız. Ashab peki başka şehit kimdir ya Rasulullah diye sordukları zaman Allah resulü aleyhissalatu vesselam dedi ki Allah yolundayken taundan ölen şehittir. Allah yolundayken boğulan şehittir.  Allah yolundayken bineğinden düşüp ölen şehittir. Allah yolundayken hastalığı yüzden ölen şehittir … buyuruyor. Ancak dikkat edilirse cümlede “Allah yolunda iken” vurgusu öne çıkıyor. Yani tüm bu ve benzeri gerekçelerle ölen  Şehittir ama “fisebilillah” yani “Allah yolunda iken”, kaydını koyarak şehittir buyuruyor. 

Değerli dostlar birilerine yaranmak veya ailelerin acıları azaltmak için alaksız bir yaşantı ve durumda ölene şehit demek asla doğru değildir. Yani şunuda unutmamak gerekir. Herkes şehit olarak ölmek zorunda değil. Şehit olarak ölmediği zamanda murdar ölmüş anlamına da gelmiyor. Şehitlik bir mertebedir. Bir insan Allah yolunda iken depremde ölmesi ne demek Allah rızası için gittiğiniz yerde depreme yakalandınız vefat ettiniz Allah yolunda iken Allah rızası için bir seferde iken bu seferde trafik kazası geçirdiniz vefat ettiniz.  Allah yolunda iken Allah rızası için bir sefere çıktığınız orada vebaya yakalandınız ve bu hastalıktan vefat ettiniz. İşte  Allah yolunda iken ölmek budur. Ve ancak bu ve benzeri durumların içinde Allah yolunda olmak, Allah rızası amacı varsa ve bu hal üzereyken ölürseniz şehit olursunuz. Yine ve daha net bir şekilde görülüyorki; Şehadet ölüm biçiminden ziyade yaşam biçimiyle elde edilen bir mertebedir. 

Onun için Allah yolundayken doğum yapmış bir kadın, Allah yolundayken boğulmuş bir insan,  Allah yolundayken yıkıntı altında kalanlar, Allah yolundayken vebadan ölmüş bir müslüman…  Evet bunlar da Allah resulünün ifadesiyle şehit hükmündedir. Ama Allah yolunda olması şartıyla. Yani yaşamının en temel amacı Allah rızası olup ta bu anlmada bir mücadele içindeyken ölüm gelirde o kişiyi bulursa işte bu kişi şehittir, şahittir bi iznillah.

Şunu unutmamak gerekirki; “Allah yolunda öldürülmek” belki elimizde olmayabilir, nasip olmayabilir ama “Allah yolundayken ölmek ” istisnasız hepimizin elindedir. Yani ömrümüzü nerede ne amaçlarla geçirdiğimize dikkat ederek, ölümün bizi yakalamasını istemediğimiz yerlerden uzak durur, amaçlarımızı ve gayretimizi hep Rıza-i Bari’ye endeksleyerek yaşarsak neden mümkün olmasın o yüce mertebe.

Hülasa;  Allah’ı ve  resulünü tanımadan ölen bir insanın ölüm şekli ne olursa olsun o kişi şehit olmaz.  Allah’ın kitabına, Rasulüne savaş açarak hayatını sürdüren bir insanın ölümü Bedir’de olsa ne yazar,  Uhut’ta olsa ne yazar. Ömrü boyunca alnı secdeye varmamış, hayatında Allah’a kulluğunu ispat edecek hiç bir ameli salih ortaya koymamış bir insanın ölüm şekli ne olursa olsun sadece ölüm şekline bakarak ona şehit demek asla doğru olmaz. 

Son olarak şehitlik açısından fıkıhtaki açıklamayıda ele alacak olursak. Bu anlamda insanın durumunu üçe ayırır. Birincisi; Ölen kişiyi İnsanlar şehit zanneder ama Allah katında şehit değildir. İkincisi; Ölen birisini İnsanlar Şehit olarak ahirete göçtüğünü bilmez veya böyle hükmetmez ama Allah katında şehittir. Üçüncüsü de  vefat eden kişiyi hem insanlar şehit ve şahit olarak görür hem de Allah katında o kişi şehitlik makamında kabul edilir. 

Şunuda unutmamak gerekir ki Halit bin Velit gibi savaş meydanlarında şehadetin peşinde koştuğu halde yatağında vefat eden insanlar da olabilir. Şehadeti elde etme imkanımız olmasa bile en azından Rabbimizden niyazımız Allah yolunda iken (O’nun rızasına erişmek için çabalarken) ölmemizdir Çünkü unutmamak gerekir ki “Şehadet ölüm biçimi değil yaşam biçimidir.” Rabbim bu mertebeyi bi hakkın kazananlardan eylesin. 

“Allahumme la tuhricna mineddünya illa maaş şehadeti vel iman ” (Allah’ım! Bizi dünyadan ancak şahadet ve imanla çıkar) Bu dünyadan ahirete göçerken canımızı şehadet üzere ve imanlı olarak al. Amin.                                                                                              

Not: Bu makalede Prof. Dr. Abdurrahman ATEŞ Hocanın samimi konuşmalarından çok istifade ettiğimi belirtmek istiyorum. Allah razı olsun. 

                                                                                                                               Selam ve dua ile…

21/04/2021

Murat GÜRSOY

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir